21 Ağustos 2010 Cumartesi

Fatih Çollak (hatim) 12. Cüz Dinle



12. Cüzde Bulunan Sureler ve Açıklamaları:


1-) Hud Suresi: Hud Suresi, 123 ayet olup 12, 17 ve 114. ayetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. (6-123)


2-) Yusuf Suresi: Yusuf suresi, 11 ayet olup 1,2 ve 3. ayetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. (1-52)

20 Ağustos 2010 Cuma

Fatih Çollak (hatim) 11. Cüz Dinle



11. Cüzde Bulunan Sureler ve Açıklamaları:

1-) Et-tevbe Suresi : Harpten kaçanların tövbeleri gerekliliği ve genel bir ültimatomdur. Tevbe Suresi 129 ayetten oluşur. 128 ve 129. ayetler Mekke'de, diğerleri Medine'de inmiştir. İnsanlara genel bir ültimatom olduğu için başına Besmele yazılmamıştır. (94-129)

2-) Yunus Suresi :  Yunus suresi, 109 ayet olup 40, 94, 95 ve 96. ayetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. 98. ayette Hazreti Yunus'un kavminden bahsetmektedir. YUNUS : Yunus Peygamber (A.S)

3-) Hud Suresi : Hud Suresi, 123 ayet olup 12, 17 ve 114. ayetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. (1-5)

Muhammed Anadan doğdu ilahi sözü

Muhammed Anadan doğdu


Muhammed anadan doğdu
Melekler tebriğe indi
Gönüller şaduman oldu
Can Muhammed nurdan Ahmed

Gördüm göbeği kesilmiş
Sünnet olmuş toz ekilmiş
Nurdan kundağa sarılmış
Can Muhammed nurdan Ahmed

Hakkın nikabı yüzünde
Kudret sürmesi gözünde
Gördüm melekler dizinde
Can Muhammed nurdan Ahmed

Dileriz Hak'tan inayet
Umarız senden şefaat
Son nefeste hem selamet
Can Muhammed nurdan Ahmed

Sen Yoktun - Dursun Ali Erzincanlı İlahi Sözleri

Sen yoktun sultanım,
Hazreti Adem’deydi nurun,
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin,
Adem nuruna affedildi,
Arafat bu affa şahitti.

----------------------------------------------------
Sen yoktun,
Nuhun gemisindeydi nurun,
Dalgalar yeryüzünü boğarken,
Taprağın bağrındaki su,
Gökyüzüyle buluşurken,
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı binbir sebeple,
Tufan nurunu selamladı edeple.

----------------------------------------------------
Sen yoktun,
Hazreti İsmail’in alnındaydı nurun,
İbrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden,
“Rabbimiz” dedi,
Onlara kendi içlerinden,
Senin ayetlerini okuyacak,
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin alem,
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak,
Amin dedi İsmail,
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı,
Medine’den adı Uhut olan bir amin yankılandı Sevr dağında.

----------------------------------------------------
Sen yoktun sultanım,
Hazreti İsa, Ahmed diye muştuladı seni,
Alemlerin efendisi diye sana seslendi,
Artık ben sizinle çok söyleşmem dedi havarilerine,
Çünkü bu alemin reisi geliyor,
Bekleyin Ahmed geliyor,
Kainata rahmet geliyor,
Havarilerin yüzünü okşayan,
Ölüleri dirilten bir nefes oldun,
Ama sen yoktun,

----------------------------------------------------
Sen yoktun,
Hazreti Abdullah’ın alnındaydı nurun,
Başı eğik gezerdi mazlum,
Kuteyle göklerden seni sorardı,
Varaka seni arardı semada,
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler,
Ağlayarak süslediler ölüme,
Ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler,
Sen yokken sultanım,
Canlı, canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek,
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi,
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi,
En son çocuk atılırken çukura,
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu,
Ve tebessüm ederek Hira Nur dağını gösterdi,
Melekler süslüyordu Hira’yı,
Efendisine hazırlanıyordu Cebel-i Nur,
Efendisine hazırlanıyordu Mekke,
Alem efendisine hazırlanıyordu,
Kainatın gözü Hazreti Amine’deydi,
Toprak yalvarıyordu Rabb’ine,
Gel diye ağlıyordu mazlumlar gözleri semada,
Ve bir gelişin vardı Ya Rasulallah !
Bir inişin vardı yer yüzüne !
Önünde cebrail !
Ardında yalın kılıç melekler !
Bir inişin vardı yer yüzüne,
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de,
Öksüzler annelerine sarıldı doya, doya.

----------------------------------------------------
Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini,
Herşey sus pus olmuştu,
Hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu ay,
Kainat bir isim duymak istiyordu,
Ve bir ses yükseldi Amine’nin evinden;
Muhammed !
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini,
Muhammed !
Melekler öptü o nurdan ellerini,
Muhammed !
Seni yaratan Allah’a kurbanız ey dürri yekta !
Sana o adı veren Rahman’a kurbanız,
Artık sen vardın,
Susuz topraklara rahmet indi seninle,
Annenden sonra, anne Halime sevindi seninle,
Yağmura mı ihtiyaç var ?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah,
Yeterki sen iste,
Sen iste Ya Rasulallah,
Deki ben kimim ?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulallah desin,

----------------------------------------------------
Sen vardın,
Bedir kardı,
Uhut dardı,
Hendek yardı,
Yiğitlerin vardı,
Ölmek için yarışan yiğitlerin,
Hele bir Enes’in vardı Ya Rasulallah !
Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,
“Niye burada oturuyorsunuz ?” diye sormuştu,
Onlar da;
“Allah’ın Rasulü öldürülmüş” deyince,
“Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız ?”
“Kalkın ve onun gibi ölün!” demişti,
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü,
Hem de ne şehit ey nebi !
Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.
Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu,
Musab Bin Umeyr’in vardı senin,
Uhut’ta sancağını taşıyan,
Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki,
Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi,
Ebu Hureyren vardı,
Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı,
Sen anlardın,
“Ya Ebâhir gel !” derdin,

--------------------------------------------------
Ve sen gittin,
Bir gidişle gittin,
Ardında hüznün kaldı,
Hasretin kaldı göklerde,
Bilal ezan okuyamaz oldu,
Ne zaman teşebbüs etse,
Muhammed Rasulullah demeye,
Dizleri üstüne çöker kendinden geçerdi,
Sonra günler ay,
Aylar yıl oldu,
Ve asırlar oldu,
Sensizliğe açtık gözlerimizi,
Ama sen bırakmazsın bizi,
Sen varsın ey şehitlerin sultanı,
Sen varsın !
Bir şehit bile ölmezken,
Sana nasıl yok deriz,
Ebu Talip Şam’a giderken devesinin önüne geçip,
“Beni burda kime bırakıp gidiyorsun ?” demiştin,
“Ne anam var ne babam ?”
Ebu Talip bırakmamıştı bu yüzden,
Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah ?
Bırakma bizi ki;
Allah;
Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor,
Bırakma bizi !
Hayatı seninle öğretti Rahman,
Kulluğu seninle tanıdık,
Duayı senden öğrendik sevgili !
Hazreti Ömer Umre için senden izin isteyince,
“Kardeşcik” dedin ona,
“Kardeşcik duanda bana da yer ayırır mısın ?”
Bizler Ömer değiliz ama,
Bütün dualarımız senin için,

-------------------------------------------------
Ey Rabbimiz !
Rasulünü anışımızdan haberdar et !
Ona binler salat, binler selam !
Habibine Makam-ı Mahmut’u ver,
Ona vesileyi lutfet,
Onu refik-i Ala’ya yükselt,
Bizi de affet,
Onun hatrına affet,
Zatının hatrına affet.
Ne olur affet bizi,
Bizi affet.

Alın Beni Medineye Götürün İlahi Sözü

Alın Beni Medineye Götürün
 
alın beni medineye götürün. 
Götüründe eşiğine yatırın,
Dertliyim dermanı ondan getirin 
alın beni Can Ahmet' e götürün.
Alın beni efendime götürün 
Alınbeni etendime götürün,götürün.
--------------------------------------------------
Alın beni Medine' ye götürün

Götüründe eşiğine yatırın
Dertliyim dermanı ondan getirn
Alın beni efendime götürün
Dertliyim dermanı ondan getirin
Alın beni can Ahmed'e götürün
--------------------------------------------------
Kurban olam efendimin iline

Yine neler geldi aciz dilime
Bülbül figan eder kendi gülüne
Alın beni efendime götürün
Bülbül figan eder kendi gülüne
Alın beni can Ahmed'e götürün
--------------------------------------------------
Gzli gizli çıkar aşkın dumanı

Maşuka kurbandır aşıkın canı
Ağla gözüm ağlamanın zamanı
Alın beni efendime götürün
Ağla gözüm ağlamanın zamanı
Alın beni can Ahmed'e götürün

Gel Kardeşim İlahi Sözü

Gel Kardeşim
 
sultanımın camiye girişi varya
niyet edip namaza duruşu varya
rahmanın selamını verişi varya
gel kardeşim sende gel sende oraya
sende oraya
markada edeple girişi varya
yüzüne nur saçmış çıkışı varya
gülleri içine çekişi varya
gel kardeşim sende gel sende oraya
sende oarya
----------------------------------------
sultanımın sofiye bakışı varya

nurunun kalblerde atışı varya
nazar edip sofiyi yakışı varya
gel kardeşim sende gel sende oraya
sende oraya...
herybetli heybetli gidişi varya
seher vakti kuşların ötüşü varya
rabıtaya oturup dalışı varya
gel kardeşim sende gel
sende oraya,sende oraya...!
gel gel gel..! seydaya
gel gel gel..! sultana
gel gel gel..! seydaya
gel gel gel..! sultana

Adı Muhammeddir ilahi sözü

ADI MUHAMMED

571' de bir güneş doğdu
Adı muhammeddir ilk sözü ümmet
---------------------------------------
Babasıydı Abdullah

Annesiydi Amine
Süt annesi Halime
Doğdu cennet evine

571' de bir güneş doğdu

Adı muhammeddir ilk sözü ümmet
----------------------------------------
Bastı 6 yaşına kaldı

Kaldı bir tek başına
Dedesiyle amcası
Hemen kanat gerdiler
--------------------------------------
571' de bir güneş doğdu

Adı muhammeddir ilk sözü ümmet
---------------------------------------
40 yaşına gelince

Peygamberlik verildi
Allah birdir deyince
Putlar yere serildi
----------------------------------------
571' de bir güneş doğdu

Adı muhammeddir ilk sözü ümmet

19 Ağustos 2010 Perşembe

Fatih Çollak (hatim) 10. Cüz Dinle


1-) El-Enfal Suresi : Enfal suresi 75 ayettir. 30 ila 36. ayetler Mekke'de diğerleri Medine'de inmiştir. Enfal, ziyade manasına gelen "nefl" kelimesinin çoğuludur. İslam dinini savunmak için yapılan savaşlarda elde edilen sevaba ek olarak alınan ganimet malına da "nefl" denilmiştir. Surenin 1. ayetinde savaştan elde edilen ganimetin Allah ve Resulüne ait olduğu ifade edildiği için sureye bu ad verilmiştir. El-Enfal : Savaşta alınan ganimetler. (41-75)


2-) Et-tevbe Suresi : Harpten kaçanların tövbeleri gerekliliği ve genel bir ültimatomdur. Tevbe Suresi 129 ayetten oluşur. 128 ve 129. ayetler Mekke'de, diğerleri Medine'de inmiştir. İnsanlara genel bir ültimatom olduğu için başına Besmele yazılmamıştır. (1-93)

Oruç tutmak faydalıdır

Sual: Oruç tutmak vücuda zarar verir mi?
CEVAPHayır; çünkü Allahü teâlâ, zararlı olan bir şeyi emretmez. Tıp uzmanları diyor ki:
Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışmaktadır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstermektedir. Böylece bu hormonlar kansere karşı bir çeşit kalkan rolünü oynamakta, yani kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir. Oruç tutan bünye, adeta bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalb ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemeti artar.

Karaciğer, oruçlu iken, 3-5 saat istirahat eder, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Bu arada, korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalb rahatlar.

Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Yani bütün gıdalar yakılmış olur. Bu bakımdan bazı hastalıklara, bilhassa damar sertliği olanlara oruç tutmak iyi gelmektedir. Oruç iken vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak vücudun sıhhati için önemlidir. Zekat, malın kiridir. Zekat veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan da vücudun zekatını ödemiş, hastalıklardan onu korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı ise oruçtur) buyurmuştur. (İbni Mace)

Orucun faydaları çoktur. İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Oruç eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberani]

(Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Allahü teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar.) [Buhari]

Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir; fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm. Çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buhari)

Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği halde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu halde, Kâbe’ye (Beytullah) yani (Allah’ın evi) denmesi, ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevab verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizi)

Herhangi bir sebeple nafile oruç tutamayan, şükretmeli; misafirlere, fakirlere yemek yedirmelidir. Hadis-i şerifte, (Şükredip yemek yediren, sabredip oruç tutan gibidir) buyuruldu. (Tirmizi)

Şükredenlere çok mükafat verilecektir. Şükür, İslamiyet’e uymak demektir.

İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ramazanda nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer) buyurmaktadır.

O halde bilhassa Ramazan ayında günah işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Mübarek yerlerde yapılan ibadetlere de daha çok sevap verilir. Hadis-i şerifte, (Mekke’de bir Ramazan orucu tutmak, başka yerde tutulan bin Ramazan orucundan efdaldir) buyuruldu. (Bezzar)

Cuma günü yapılan ibadetlere de kat kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır. Kıymetli günlerin değerini bilmek ve gereğini yapmak gerekir.

Oruç ve aç durmak

Sual: Bazıları aç ve susuz durmanın ne faydası olur ki diyorlar. Oruç tutmaktan maksat nedir?
CEVAP
Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefs terbiyesi gibi diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Onun için hadis-i şerifte, (Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısıysa oruçtur) buyuruldu. (İbni Mübarek)

Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse, huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. (Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır) hadis-i şerifi oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. (Ebu Nuaym)

Böylece, orucun imandan da olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günah işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatıysa açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir: Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadis-i şeriflerde, (Aç duranın idraki artar, zekası açılır) ve (Tefekkür, ibadetin yarısı, az yemekse tamamıdır) buyuruldu. (İ. Gazali)
Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadis-i şerifte, (Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever) buyuruldu. (Deylemi)

Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.) [İ.Gazali]

Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, açın hâlini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Sinirlerine hakim olan kimse huzurlu olur. Açlık, günah işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadis-i şerifte, (Açlık ve susuzluk yoluyla nefisle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir) buyuruldu. (İmam-ı Gazali)

Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. Hadis-i şerifte, (Her gün bir defa yemek yenmesi itidaldir) buyuruldu. (Beyheki)

İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. (Teshil-ül-menafi)
Hastalıkların çoğu çok yemekten ileri gelir. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) buyuruldu. (Dare Kutni)

Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadis-i şerifte, (Oruç tutan sağlıklı olur) buyuruldu. (Taberani)

Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayri meşru arzuları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık şeytanın yolunu tıkar. Hadis-i şerifte, (Şeytan, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlıkla yolunu daraltın) buyuruldu. (İhya)

Orucun ve Ramazan ayının fazileti

Sual: Ramazan ayının önemi nedir?
CEVAPBu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. (Mektubat ,1.c. 45.m.)
Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi]
(Ama dini bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.)

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.)
[Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.)
[Deylemi]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.)
[Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.)
[Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.)
[Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.)
[Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.)
[Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.)
[Nesai]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.)
[İ.Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.)
[İbni Ebiddünya]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.)
[İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.)
[Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.)
[İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.)
[Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!)
[Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.)
[Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.)
[Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır.)
[Buhari]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.)
[Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.)
[Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.)
[Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükâfatını kıyamette aklı kadar alır.)
[Hatib]

(Oruç şehveti keser.)
[İ. Ahmed]

Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev'iza-i hasene)

Resulullah efendimizin rüyası
(Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi.

Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.

Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizi]

Sual: Günah işlememize şeytanlar sebep olduğuna göre, Ramazanda bağlı olan şeytanlar nasıl günah işletiyor?
CEVAPGünah işlememize yalnız şeytanlar değil, kendi nefsimiz de sebep olmaktadır. Nefsin zararı, şeytanınkinden çok fazladır. Nefsin her istediği kendi zararınadır. Ramazanda günah işleten, nefsimizdir. Bu ayda, şeytanlar bağlı olduğu için vesvese veremezler. Ramazanda esnemeler de şeytandan değildir. Asabi esnemeler, yorgunluk, uykusuzluk gibi hallerde meydana gelir. (Mektubat-ı Rabbani)

Oruçluyken ölmek
Sual: Abdestliyken ölen şehit oluyor. Oruçluyken ölene de bir ecir var mıdır?
CEVAP
Evet, ecri büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Oruçluyken ölen Cennete girer) buyuruldu. (Bezzar)

Aman Allah İllallah (Seher Vakti)

Aman Allah İllallah (Seher Vakti)

Seher vakti bülbüller
Nede güzel öterler
Açınca tüm çiçekler
Birlikte zikrederler
--------------------------------
Aman Allah illallah

Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah
----------------------------
Akşam olur giderler

Boyun büker çiçekler
Kim bilir ne söylerler
Feryad eder bülbüller
-----------------------------
Aman Allah illallah

Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah
----------------------------
Onlarda bütün dertler

Yine de şükrederler
Salat selam söylerler
Beytullaha giderler
-----------------------------
Aman Allah illallah

Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah

DURMAZ YANAR

DURMAZ YANAR

 durmaz yanar,
vücudum ALLAH,
bizleride mahrum,
eyleme ALLAH.

---------------------------
sensin benim,
maksudum ALLAH,
bizleride mahrum,
eyleme ALLAH.
 ---------------------------

halas eyle,
narından ALLAH,
ayırma didarından ALLAH,
cennete cemalinden ALLAH,
bizleride mahrum,
eyleme ALLAH.
 ----------------------------

kandiller yana yana ALLAH,
dervişler döne döne ALLAH,
şükür erdik,
bugüne ALLAH,
bizleride mahrum,
eyleme ALLAH.

GEL GEL

GEL GEL

Azral geldi canıma
Şeytan başladı çalıma
Şeyhin bakınsın halime
Gözüm yaşla doldu gel gel
----------------------------------
Son nefeside alıyor
Biri çenemi bağlıyor
Çoluk çocuğum ağlıyor
Evim figan doldu gel gel
---------------------------------
Camide sela verdiler
Uzaktakiler geldiler
Gözümü açık gördüler
Gözüm açık geldi gel gel
-----------------------------------
Can boğazımda duruyor
Şeytan imanım çalıyor
Dilim damağım kuruyor
Şeytan kadeh sundu gel gel
-----------------------------------
Elbisemi soyuyorlar
Abdest verip yuyuyorlar
Kefenime sarıyorlar
Suyum sıcak oldu gel gel
-----------------------------------
Tabutuma koyuyorlar
Musallaya varıyorlar
Namazıma duruyorlar
İlk saflarım doldu gel gel
----------------------------------
Helallığımı alıyorlar
Tabutuma dalıyorlar
Mezarıma varıyorlar
Kefen çamur oldu gel gel
--------------------------------
Kabrime indirdiler
Beytullah'a döndürdüler
Işığımı söndürdüler
Gözüm görmez oldu gel gel
-----------------------------------
Hocam fatiha okuyor
Kabir bedenimi sıkıyor
Emdiğim sütler akıyor
Durum vahim oldu gel gel
----------------------------------
Münker Nekir geliyorlar
Çetin soru soruyorlar
Bilmeyince vuruyorlar
Dilim dönmez oldu gel gel

Canım Kurban Olsun

Canım Kurban Olsun

Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Gel şefaat eyle kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhmamed
---------------------------------------------
Mümin olanların çoktur cefası

Ahirette vardır zevk-ü sefası
Onsekizbin alemin Mustafası
Adı güzel kendi güzel Muhammed
---------------------------------------------
Yunus der neylerem cihanı sensiz

Sen hak peygambersin şeksiz gümansız
Sana inanmayan gider imansız
Adı güzel kendi güzel Muhammed

Fatih Çollak (hatim) 9. Cüz Dinle


9. Cüz'de bulunan Sureler:

1-) El-A'raf Suresi: A'raf suresi Mekk'de inmiş olup, 206 ayettir. 46. ve 48. ayetlerde A'rafta yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz ettiği için sureye bu ad verilmiştir. El- A'raf : Mahşerde tanıklık yapanlar.(88-206)

2-)El-Enfal Suresi : Enfal suresi 75 ayettir. 30 ila 36. ayetler Mekke'de diğerleri Medine'de inmiştir. Enfal, ziyade manasına gelen "nefl" kelimesinin çoğuludur. İslam dinini savunmak için yapılan savaşlarda elde edilen sevaba ek olarak alınan ganimet malına da "nefl" denilmiştir. Surenin 1. ayetinde savaştan elde edilen ganimetin Allah ve Resulüne ait olduğu ifade edildiği için sureye bu ad verilmiştir. El-Enfal : Savaşta alınan ganimetler. (1-40)

Orucu Bozar mı?

Cinsel organa bir şey sokmak orucu bozar mı?


Kadın parmağını veya başka bir aleti su yahut yağ ile ıslattıktan sonra cinsel organına sokarsa ve  parmağı veya benzeri şey cinsel organında kaybolursa orucu bozulur, kaza etmesi gerekir. (1)

Cinsel organa ilaç sürmek orucu bozar mı?


Kadının cinsel organına ilaç veya bir şey damlatması, ıslak parmağını sokması, kaybolacak şekilde bir parça pamuk koyması orucu bozar, kazayı gerektirir. (6)

Deri üzerine sürülen merhem orucu bozar mı?

Derin olmayan yaralara konulan merhemler orucu bozmaz. Derin yaralara konulan merhemler vücudun içine, kana ve mîdeye karışabileceğinden orucu bozarlar. Bu durumdaki hastalar iyileşinceye kadar zâten oruçtan muaf olduklarından, ilâçla tedâviye ihtiyaç duydukları günlerde oruç tutmayabilirler. İyileştikleri zaman gününe gün kazâ ederler.  (9)

Dil altına konan ilaç orucu bozar mı?


Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dil altı kullanmak orucu bozmaz. (5)

Diş fırçalamak orucu bozar mı?


Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macunun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması halinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur. (5)

Diş Tedavisi orucu bozar mı?


Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar. (5)

Dudaktaki ruj orucu bozar mı?


Dudaktaki boyanın sökülüp yutulması halinde orucu bozacağı kesindir. Böyle bir yutma söz konusu olmazsa ister ruj, isterse başka boya olsun orucu bozmaz. (3)

Fitil kullanmak, lavman yaptırmak orucu bozar mı?


Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan; mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır. Lavman, tıbbî operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsak da bulunan dışkının, anüsten içeriye, sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır. Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise, ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise, sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır. Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise, her ne kadar sindirim sistemine dahil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz. Lavman yaptırmak konusunda ise, iki durum söz konusudur; kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur. Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz. (5)

İftar Duası

İftar Duası


"Bismillahi vel hamdü lillâhi, allâhümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü ve aleyke tevekkeltü, Sübhâneke ve bi hamdike tekabbel minni, inneke entes semiul aliym."

 
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||

"Allah’ım! Senin için oruç tuttum, Senin için rızkınla orucumu açtım. Ancak Sana tevekkül ettim. Seni hamdinle tesbih ederim. Allah’ım Benden kabul buyur. Çünkü Sen işiten ve bilensin."

Gül yüzünü rüyamızda (Rast)

Gül yüzünü rüyamızda (Rast)

Gül yüzünü rüyamızda
Gürelim ya RESULALLAH
Gül bahçene dünyamızda
Girelim ya RESULALLAH
------------------------------------
Sensin gönüller sultanı

Getiren yüce Kur'anı
Uğruna tendeki canı
Verelim ya RESULALLAH
----------------------------------
Aşkınla yaşarır gözler

Hasretinle yanar özler
Mubarek ravzana yüzler
Sürelim ya RESULALLAH
-----------------------------------
Veda edip masivaya

Yalvarıp yüce Mevlaya
Şefaat - Mustafa' ya
Erelim ya RASULALLAH
----------------------------------
Levlake dedi sana Hak

Bağışla yüzümüze bak
Huzurullaha yüzü ak
Varalım ya RASULALLAH
---------------------------------
Derviş derki kardeşlere

Çok selavat ver kardeşlere
Gül yüzünü göre göre
Ölelim ya RASULALLAH

Kâbe'nin Yolları (Rast)

Kâbe'nin Yolları (Rast)
 
Kâbe'nin yolları bölük bölüktür
Benim ciğerciğim delik deliktir
Dünya dedikleri bir gölgeliktir
----------------------------------------
Canım Kâbem varsam sana

Yüzüm gözüm sürsem sana
----------------------------------------
Eşim dostum yüklesinler yükümü

Komşularım helal etsin hakkını
Görmez oldum ırak ile yakını
----------------------------------------
Canım Kâbem varsam sana

Yüzüm gözüm sürsem sana

Medinenin Yollarına

Medinenin Yollarına

Birgün deyip nasip olsam
Medinenin yollarına
Bu biçare olan gönlüm
Düştü hasret narlarına
-------------------------------
Ah Medinem gelemedim

Gül desteler dermedim
Murat dedim dua ettim
Muradıma eremedim
-------------------------------
Hazırlanır hacıları

Güzel nurlu bacıları
Bendende selam götürün
Ey Medine yolcuları
--------------------------------
Sinem yara kapanmıyor

Hasret ile yaşanmıyor
Medineye gönül verdim
Derdim büyük çekilmiyor
---------------------------------
Dilediğim erişeyim

Sevdiğimle görüşeyim
Hak yeterki nasip etse
Öleceksemde öleyim

Taleal Bedru Aleyna (AYDOĞDU ÜZERİMİZE)

Taleal Bedru Aleyna (AYDOĞDU ÜZERİMİZE)

Taleal bedru aleyna
Minseniyyatil veda
Vecebeş Şükrü aleyna
Madea lillahida
---------------------------------
Eyyühel Meb üsü fiyha

Citebil emril muta
Cite şerreftel medine
Merhaba ya hayrada
------------------------------
------------------------------

------------------------------
Ay doğdu Üzerimize
Veda tepelerinden
Şükür gerekti bizlere
Allah'a davetinden
----------------------------
Sen Güneşsin Sen Aysın

Sen nur üstüne nursun
Sen süreyya ışığısın
Ey Sevgili Ey Rasul 

Kerbela

KERBELA

imam hüseyini vurdular
kolunu kanadını kırdılar
al kanlara boyadılar
kerbelada kerbelada
-----------------------------
imam hüsyin susamıştı

bir yudum su aramıştı
ana yüreği yanmıştı
kerbelede kerbelada
---------------------------
imam hüseyin şehit oldu

gül bahçemde güller soldu
topraklar kan ilşe doldu
kerbelada kerbeda

Fatih Çollak (hatim) 8. Cüz Dinle


1-) El-Enam Suresi : 165 ayettir. 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. ayetler Medine'de diğerleri Mekke'de inmiştir.   Enam : Helal kılınan evcil hayvanlar, koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinsinden hayvanları bir arada ifade eden bir kelimedir.(111- 165)


2-)  El- A'raf Suresi : A'raf suresi Mekk'de inmiş olup, 206 ayettir. 46. ve 48. ayetlerde A'rafta yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz ettiği için sureye bu ad verilmiştir. El- A'raf : Mahşerde tanıklık yapanlar. (1-87)

Medineye varamadım

Medineye varamadım

Medineye varamadım
Gül kokusu alamadım
Ben Rasül'e doyamadım
Yaralıyım yaralı yaralı
-------------------------------
Kabenin örtüsü kara

Açti yüregime yara
Bulunmaz derdime çare
Yaralıyım yaralıyım yaralı
--------------------------------
Hacerül Esvedin tası

Akittin gözümden yası
Bulunmaz Rasül'ün esi
Yaralıyım yaralıyım yaralı
---------------------------------
Elimden tut kaldır beni

Ya vuslata erdir beni
Çok aglattin güldr beni
Yaralıyım yaralıyım yaralı....

Sevdim Seni Mabuduma

Sevdim Seni Mabuduma

Sevdim seni Mabuduma, canan diye sevdim
Bir ben değil alem sana hayran diye sevdim
----------------------------------------------------------
Evladı ıyalden geçerek ben ravzana geldim

Ahlakını methetmede Kur'an diye sevdim
----------------------------------------------------------
Kurbanın olam şahı resul, kovma kapından

Didarına müştak olan yezdan diye sevdim
---------------------------------------------------------
Mahşerde nebiler bile senden medet ister

Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim...

Allah-u Allah (Hicaz)

Allah-u Allah (Hicaz)

Ömrün bitirmiş viranemiyem
Aklın yitirmiş divanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah
Allahu Allah Allahu Allah

Kanat vururum, döner dururum
Yanar kurururm, pervanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah
Allahu Allah Allahu Allah

Yaşlı gözlerim, tutmaz dizlerim
Yolun izlerim, mestanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah
Allahu Allah Allahu Allah

Aşkî can feda, olsa ne fayda
Aşk oku yayda, kemanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah
Allahu Allah Allahu Allah

17 Ağustos 2010 Salı

Fatih Çollak (hatim) 7. Cüz Dinle



7. Cüzde bulunan Sureler :

 1-) El-Maide Suresi : Üçüncü ayet dışında surenin bütünü Medine'de nazil olmuştur. 120 ayettir.   Maide : İsa (a.s) 'in havarilerine mucize olarak indirdiği manevi sofra. (83-120)

2-) El-Enam Suresi : 165 ayettir. 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. ayetler Medine'de diğerleri Mekke'de inmiştir.   Enam : Helal kılınan evcil hayvanlar, koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinsinden hayvanları bir arada ifade eden bir kelimedir. (1-110)

Fatih Çollak (hatim) 6. Cüz Dinle



6. Cüzde bulunan sureler:

1-)En-Nisa suresi : Hicretten sonra Medine'de nazil olmuştur. Nisa: itaatkar namuslu kadınlar (148-176)

2-) El-Maide Suresi : Üçüncü ayet dışında surenin bütünü Medine'de nazil olmuştur. 120 ayettir.   Maide : İsa (a.s) 'in havarilerine mucize olarak indirdiği manevi sofra. (1-82)

Fatih Çollak (hatim) 5. Cüz Dinle



5. Cüzde bulunan sureler:

1-) En-Nisa suresi : Hicretten sonra Medine'de nazil olmuştur. Nisa: itaatkar namuslu kadınlar (24-147)

19 Mart 2010 Cuma

BUHÂRÎ-İMÂM-I ÂZAM İHTİLAFI

BUHÂRÎ-İMÂM-I ÂZAM İHTİLAFI








İşitildiği zaman büyütülmemesi, yanlış anlaşılmaması için, aralarında muasırlık olmayan Buhârî-İmâm-ı Âzam ihtilafının iç yüzünü açıklayan bir bahsi yine Yeni Usûl-i Hadîs adlı tercümemizden aşağıya iktibas ediyoruz. Bu yazıyı, eskiden beri alimler arasında, ilmî görüş ayrılığını taşarak hissiyatın ve ölçüsüzlüğün rol oynadığı ihtilafların olageldiğini gösteren başka örneklere de yer vermesi bakımından ayrı bir kıymete haizdir.[1]







--------------------------------------------------------------------------------



[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/387.

Bu Mihnetin Râvi Ve Muhaddis Saflarında, Cerh Ve Ta'dîl Kitaplarında Meydana Getirdiği Te'sîrler

Bu Mihnetin Râvi Ve Muhaddis Saflarında, Cerh Ve Ta'dîl Kitaplarında Meydana Getirdiği Te'sîrler






İmâmu Ahmed'e işkence edilmesine sebep olan ve bir çok âlimin de başını yiyen bu fitne ateşinin sönmesinden sonra bu mesele husûsî, şenî bir vasıf kazandı. Bu vasıfla Kur'ân'ın mahlûk olduğunu söyleyenlerle söylemeyenler derhâl tanınıyordu. Birçok ehl-i ilim arasında geniş ihtilâf ve şikâk vesîlesi oldu. İsnâd ve hadîsleri zayıflatan diğer cerh ve ta'dîl sebebleri arasına geçti. Bu töhmetle pek çok sika ve sağlam âlim, muhaddis, fakîh, kâdı ve râvî, bu husûsta tevakkuf edip hiç bir şey söylemedikleri veyâ ifrâd ve tefrîde düşmeksizin doğru olanı söyledikleri için cerh edildiler. Bu cerhler cerh ve ta'dîl kitâblarında yaygın şekilde görülmektedir.



Bu mesele, bir başka cihetten de intikâm ve ezâ vesîlesi yapılmıştır. Bir kısım insanlar hasımlarına, zulüm ve düşmanlık gâyesiyle onlardan intikâm almak için bununla iftirâ etmişlerdir. Kim bir âlime kin beslemişse onu: "Kur'ân mahlûktur" demekle ithâm etmiştir. O, bununla âlimi cerhetmek ve nâsın ona olan güvenini o asırda ehl-i sünnet nazarında mûteber olan mikyâs ve ölçülerle yıkmayı düşünmüştür.



Bu mesele ile cerh dâiresi o kadar genişledi ki, İmâmu Buhârî ve onun şeyhleri olan Yahyâ İbnu Ma'în, Aliyyübnü'l-Medînî, Yezîd İbnu Hârûn, Züheyr İbnu Harb vs. gibi sünnet-i mutahharanın hıfzında ve hadîs ilimlerinde imâmetlerinde icmâ edilen büyük imâmları bile yakaladı.



Hâfız İbnu Hacer, Hedyü's-Sârî'de şunu nakleder: Hâkîm Ebû Abdullâh en-Nîşâbûrî, Târihi Nîşâbur da der ki: "Hâtim İbnu Ahmed İbni Mahmûd der ki: "Müslîm İbnu Haccâc'ın şöyle dediğini işittim: "Muhammed İbnu İsmâîl -Yani Buhârî- Nîsâbur'a geldiği vakit Nîsâbur halkının gösterdiği ilgiyi oradaki vâli ve âlimler de aynen gösterdi. Kendisini beldelerinden iki üç, merhâle uzakta karşıladılar. Muhammed İbnu Yahyâ ez-Zuhlî -asrında Nîsâbur'un şeyhidir-, meclisinde dedi ki: "Yarın isteyen Muhammed İbnu İsmâil 'i karşılasın. Şahsen ben karşılamaya gideceğim". Ertesi gün Buhârî'yi Muhammed İbnu Yahyâ başta bütün Nîsâbur âlimleri karşıladılar.



Şehre geldi ve Buhârâlıların yanına misâfir indi. Muhammed İbnu Yahyâ bana dedi ki: "Ona kelâm mevzûunda bir şey sormayın. Zirâ, eğer O, bizim kabûl etmiş bulunduğumuz görüşe muhâlif bir görüşle cevap verirse onunla aramıza soğukluk girer. Üstelik Horâsan'da ne kadar Nâsibî, Râfızî, Cehmî, Mürci'î varsa bize karşı şamataya kalkar". Halk Muhammed İbnu İsmâil'in etrâfını sardı, ev ve damlar doldu. Gelişinin ikinci veya üçüncü günü idi ki, cemâatten birisi kalkarak Halku'l-Kur'ân meselesini sordu. Buhârî "Bütün fiillerimiz mahlûktur sözlerimiz de fiillerimizdir " dedi.



Bunun üzerine nâs arasında ihtilâf çıktı. Bir kısmı: "Benim Kur'ân'ı telâffuzum mahlûktur" dediğini, bir kısmı ise böyle söylemediğini ileri sürdü. Birbirleriyle kavga edecek derecede bu meselede ihtilâfı büyüttüler. Mahalle halkı toplanıp Buhârî'yi oradan sürüp çıkardı.



Buhârî der ki: "Ubeydullah İbnu Sa'îd'i yani Ebû Kudâme es-Sarahsî'yi dinledim. Diyordu ki: "Dâimâ arkadaşlarımın şöyle söylediklerini duyuyordum: "Kulların efâli mahlûktur".



Muhammed İbnu İsmâil el-Buhârî de şöyle diyordu: "Kulların hareketleri, sesleri, kesbleri, yazıları mahlûktur. Fakat sayfalarda tesbît edilen, kalblerde ezberlenmiş bulunan Kur'an-ı Mübîn ise kelâmullahtır ve mahlûk değildir. Cenâb-ı Hakk der ki:



"(Fakat O (Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş kimselerin kalplerinde duran apaçık âyetlerdir)".



Ebû Hâmid İbnu'ş-Şarkî der ki: "Muhammed İbnu Yahyâ ez-Zühlî'nin şunları söylediğini işittim: "Kelâmullah olan Kur'ân mahlûk değildir. Kim "Kur'ânî telâffuzum mahlûktur" sözünün doğruluğuna zûmederse o, bidatçıdır, onunla oturulmaz, konuşulmaz.



Bu sebeple İbnu Ebî Hâtim'in, Buhârî'yi el-Cerh ve't-Tâdîl kitabında cerhettiği görülür. Buhârî'nin tercemesinde der ki: "250 senesinde Rey'e geldi. O'ndan babam ve Ebû Zür'â hadîs dinlediler. Sonra her ikisi de, Muhammed İbnu Yahyâ en-Nîsâbûrî kendilerine: "Yanlarında Kur'ân'ın mahlûk olduğuna dâir kanaat izhâr ettiğini" yazdığı andan itibâren Buhârî'yi terkettiler".



İmâmu Buhârî'yi, Kitâbu'z-Zu'afâ ve'l-Metrûkîn'de zikrettiği için Allah, Hâfız Zehebî'yi affetsin. O der ki: "Lafz meselesi sebebiyle tenkitten sâlim olamadı. Aynı sebepten dolayı her iki Râzî de onu terketti". Râzî'lerden Murâd Ebû Zü'r'a ve Ebû Hâtim'dir.



Buhârî'nin şeyhi, İmâm Ali İbnu'l-Medînî'ye gelince, -ki Buhârî, bu zâtın merviyyâtı ile Sahîh'ini doldurmuştur- İbnu Ebî Hâtim el-Cerh ve't-Tâdîl kitâbında onu da zikreder ve der ki: "O'ndan babam ve Ebû Zür'a hadîs yazdılar. Fakat bilâhare Ebû Zür'a, Mihnet meselesindeki tutumu sebebiyle -Yâni Halku'l-Kur'ân meselesindeki icâbeti- ondan rivâyeti terketti.



Hâfız İbnu Hâcer, "Tehzîbu't-Tehzîb" de şu rivayeti kaydeder: Abdullah İbnu Ahmed İbni Hanbel el-Müsned'de babasından, o da Ali'den bir hadîs rivâyet ettikten sonra der ki: "Mihnet'ten sonra babam, ondan hiç birşey rivâyet etmedi". "Talk İbnu Alî'nin Müsned'inde de şu rivâyet nakledilir: "Babam dedi ki: "Âli İbnu Abdillah -ki İbnu'l-Medînî'dir- bize imtihân olunmazdan önce hadîs rivâyet etti." Derim ki, yani İbnu Hacer: "Hakkında, Ahmed ve ona tâbi olanlar daha önce zikredilmiş olan mihnet'e icâbet sebebiyle tenkîdlerde bulunmuşlardır. Fakat bu zât, bu hareketinden dolayı özür dileyip tövbekâr oldu ve yeniden dönüş yaptı".



et-Takrîb'de Ahmed İbnu Mansûr er-Remâdî'nin tercemesinde denir ki: "Hakkında, Ebu Dâvut tân'da bulundu. Sebebi de Halku'l-Kur'ân mevzûundaki tevakkufu idi".



Ukeylî, tehevvüre kapılarak, Ali İbnu'l-Medîni'yi lâfz meselesi sebebiyle, Kitâbu'z-Zuafâ'da zikretti. Hâfız Zehebî, bu davranışı sebebiyle onu zemmederek tenkîd eder, son derece şiddetli tevbîh ve azarlamalarda bulunur. El-Mizân'da der ki: "Ey Ukeylî sende hiç mi akıl yok? Kimin hakkında konuştuğunu bilmiyor musun?..."



İmâm Yahyâ İbnu Ma'în'e gelince, Zehebî'nin "Mîzânu'l-İ'tidâl'daki tercemesinde denir ki: "Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Mihnete icâbet edenlerden hadîs yazmaktan nefret ederim, Yahyâ ve Ebû Nasr et-Temmâr gibi". Sonra Zehebî, el-Mîzân'da zikrinin sebebini beyân sadedinde, der ki: "Ben bunu büyük bir hâfız hakkında söylenen her sözün onun hakkında her hangi bir şekilde mûteber olmadığının bilinmesi için zikrettim. Fakat Yahyâ, köprüyü aştı yâni Şeyhen'in ondan rivâyeti sebebiyle hakkında söylenenlere iltifât edilmez- Hattâ O, şark cânibinden garb cânibine adadı- yâni tâ'dîl ve tevsikin en üst mertebesindendir-, Allah rahmetini ondan eksik etmesin".



İbnu Ebî Hâtim, el-Cerh ve't-Tâdîl de, Ali İbnu Ebî Hâşim el-Leysî el-Bağdâdî'nin tercemesinde der ki: "Babam ondan Reyy ve Bağdad'da hadîs yazdı. Babamın şöyle dediğini işittim: "Ben onu ancak sadûk olarak biliyorum. Kur'ân meselesinde tevakkûf etti, nâs da hadîsini terketti. Babama artık hadîsi okunmadı. Devamla dedi ki: "O, Kur'ân meselesinde bizden tevâkkuf etti, biz de rivâyette ondan tevakkuf ettik, böylece hadîslerini ithâm ettiler".



Hâfız İbnu Hacer et-Takrîb'de şöyle der: "Sâduktur, Kur'ân meselesinde tevakkuf ettiği için hakkında cerh vâki olmuştur. Kendisinden Buhârî Sahîh'inde bir rivâyette bulunmuştur. Hedyü's-Sârî de şunu der: "Bu, yâni Kur'ân meselesindeki tevâkkufu rivâyetini kabûl etmeye mânî değildir."



İmâmu Ahmed İbnu Hanbel ile, ilmi İmâm Şâfiî'den intikâl ettirenlerden biri olan Hüseyin İbnu Alî el-Kerâbîsî arasında sadâkat ve kuvvetli bir sohbete dayanan arkadaşlık vardı. Mezkûr mihnet geldiği zaman araları açıldı. Mâbeynlerinde mevcût sadakat ve sağlam kardeşlik, katılık ve şiddetli adâvete döndü.



Hâfız İbnu Abdilberr, el-İntikâ'da, Kerâbîsî'nin tercemesinde, ilmi, itkânı ve tasnîfleri husûsunda medh u senâdan sonra şunları söyler: "Onunla Ahmed ibnu Hanbel arasında kuvvetli bir sadâkat vardı. Fakat Kur'ân meselesi'nde ona muhâlefet edince bu sadâkat adâvete döndü. Bunlardan her birisi arkadaşını ithâm ediyorlardı. Bu durum da Ahmed İbnu Hanbel'in şu sözlerinden ileri geliyordu: "Kim Kur'ân mahlûktur derse o, cehmîdir, kim de "Kur'ân kelâmullah" der de "mahlûk değildir" demezse o da vâkıfı (tevâkkuf eden) dir. Kim de:"Kur'ânî telâffuzum mahlûktur derse o, mübtedî (bidatcı) dır."



Kerâbîsî, Abdullah İbnu Küllâb, Ebû Sevr, Dâvud İbnu Alî ve bunların tabakasında olanlar şöyle diyorlardı: "Allah'ın tekellüm etmiş bulunduğu Kur'ân, O'nun sıfatlarından birisidir, binâenaleyh, ona yaratma fiilini izâfe etmek câiz değildir. Fakat bir tilâvetçinin tilâveti ve Kur'ân'dan olan kelâmı onun bir kesbi, bir fiilidir, bu ise mahlûktur, kelâmullahtan bir anlatmadır, o, bizzât Cenâb-ı Hakk'ın tekellüm etmiş bulunduğu Kur'ân değildir. Bunu Allah için yapılan hamd ve şükre teşbîh ettiler, bu ise Allah'ın gayrıdır. Hamd, şükr, tehlîl ve tekbîrden dolayı sevâp verildiği gibi Kur'ân tilâveti sebebiyle de sevâp verilir.



Binnetice Ahmed İbnu Hanbel'in ashâbı olan Hanbelîler, Hüseyn el-Kerâbîsî'yi terkettiler. Onu bid'atle ithâm ettiler. Onu ve bu konuda onun sözünü tekrâr edenlerin hepsini ta'nettiler".



Hâfız İbnu Hacer, "Tehzibü't-Tehzîb'de Kerâbîsî'nin tercemesinde yukarıda zikrettiğimiz İbnu Abdilberr'in sözlerini naklettikten sonra der ki: "Ebû't-Tayyîb el-Mâverdî şunları söyler: "Kerâbîsî: "Kur'ân mahlûk değildir, benim onu telâffuzum mahlûktur" derdi. Ona, Ahmed İbnu Hanbel'in kendisini inkâr ettiği haberi ulaşınca dedi ki: "Bu gençle ne yapmalı bilmiyoruz. "Mahlûktur" desek "bidat"tır diyor, mahlûk değildir desek, yine "bidat'tır diyor".



Hâfız Zehebî ise el-Mizân'da Kerâbîsî'nin tercemesinde şunu söyler: "Eğer Kerâbîsî "Kelâmullah olan Kur'ân mahlûk değildir, benim onu telâffuzum mahlûktur" sözü ile telâffuzu kastediyorsa buna bir diyeceğimiz yok, yerinde bir sözdür. Zirâ fiillerimiz mahlûktur. Fakat melfuza, yâni telâffuz olunan şeye mahlûktur demek istiyorsa işte Ahmed ve selef bu görüşe karşı çıkmaktadırlar. Bu görüşü cehmî'lik addetmektedirler. Kerâbîsî 245 yılında vefât etti".



Hâfız İbnu Hacer, Tehzibu't-Tehzîb'de Nuaym İbnu Hammâd el-Mervezî'nin tercemesinde der ki: "Mesleme İbnu Kâsım şunu söyler: "Onun Kur'ân husûsunda fenâ bir görüşü vardı. O, iki tâne Kur'ân kabûl ediyordu. Biri Levh-i Mahfûz'da bulunan Kelâmullah olan Kur'ân, diğeri de insanların elindeki mahlûk Kur'ân". Sonra Hâfız İbnu Hacer bunu tenkîdle der ki: "Sanki o, "insanların elindeki" ile dilleriyle tilâvet ettiklerini kastediyor gibi. Şurası her çeşit şek ve şüpheden ârîdir ki mürekkep, kâğıt, kâtip, tilâvet eden ve onun sesi mahlûktur. Fakat Allâh'u Teâlâ'nın kelâmı kesîn olarak mahlûk değildir".



Abdulfettâh der ki: "Şu ta'n'da bulunanın nazarındaki darlığa bakın! Hadîs âlimlerinden mâdûd olan bu zât elle kâğıt üzerine yazılıp mahlûk ve çürümeye mahkûm lisanların okuduğu ile kelâmullah arasında tefrik kabul etmiyor!"



Hâfız İbnu Abdilberr "el-İntikâ"da İmâm Şâfiî'nin arkadaşı ve ilminin nâşiri olan İmâm Müzenî'nin tercemesinde diyor ki: "O... muttakî, ehl-i verâ, dindar, çile ve yoksulluklar karşısında sabûr bir kimse idi. Mısır halkı arasında ona adâvet besleyip, onunla rekâbete kalkan kimseler kendisine: "Kur'ân mahlûktur" dedi iftirâsını atıyorlardı. Hakîkat-ı halde bu ithâm hakkında sahîh değildir. Buna rağmen Mısır halkından pek çoğu onu terketti. Öyle ki, mescidin bir direği dibinde on kişiyle ders yaptığı çok olmuştur. Bir ara Mısır ehlinden sâlih birisi Müzenî ile ilgili güzel bir rüyâ gördü -bu rüyâyı İbnu Abdilberr zikreder- ve onu nâs'a anlattı. Bunun üzerine tekrâr onu dinlemek üzere etrâfında toplandılar. Böylece, içlerinde hakkında besledikleri töhmet de zâil oldu."



Aynı töhmet İmâm Ebû Hanîfe'ye de intikâm almak niyetiyle yapılmıştır. Bunu Allâme Kevserî merhûmun kalemiyle Te'nîbü'l-Hatîb'in muhtelif yerlerinde açıklamış ve reddiyesi de yapılmış olarak görmek mümkündür. Bu maksatla 4-6, 52-66. sayfalara bakılabilir. Aynı sebeple İmâm Buhârî de cerhedilmiştir.



İmâm Tâcuttîn Sübkî Kaidetün-Fi'l-Cerh ve't-Tâdil'de der ki: "Cerh esnasında araştırılması gereken bir husûs cârih ve mecrûhun akâid durumu ve bu husûsdaki ihtilâflarıdır. Zira cârîh, mecrûha akîde cihetiyle muhâliftir ve bu yüzden onu cerhetmiştir.



Bu husûsa bir misâl bâzılarının Buhâri hakkındaki şu sözleridir: "Ebû Zür'a ve Ebû Hâtim onu lâfz meselesi sebebiyle terkettiler". Müslümanlar! Allah aşkına söyleyin, bir kimseye: "Buhârî metruktur" demek câiz midir? O ki hadîs ilminin bayraktarı, Ehl-i sünnet ve'l-Cemâat'ın önderidir. Ey müslümanlar, Allah aşkına söyleyin onun vesile-i medih olan faziletleri vesile-i zemm ve tenkîd yapılabilir mi? Zirâ meseletü'l-Lâfzda hak onun cânibindedir. Zira hiçbir akıllı mahlûk, telâffuzunun kendisinin sonradan meydana gelen hâdis fiillerinden biri olduğundan ve bunun da Allah'ın yaratmasıyla meydana geldiğinden şüpheye düşmez. Bunu İmâmu Ahmed (radıyallahu anh), lâfzının çirkinliği sebebiyle inkâr etmiştir.



Muhakkîk Kevserî merhûm, Hâzimî'nin "Şurutu'l-Eimmeti'l-Hamse" sine yaptığı tâlikte der ki: "Zehebî, Tezkiretü'i-Huffâz'da Hâfız Ebu'l-Velîd Hasân İbnu Muhammed en-Nîsâbûrî'nin tercemesinde şunu söyler: "İbrâhim dedi ki: "Ebû'l-Velîd'i dinledim diyordu ki: "Babam: "Hangi kitâbı cemediyorsun?" diye sordu. Cevâben: "Buhârî'nin Kitâbı'na tahriçte bulunuyorum" dedim. Dedi ki: "Sana Müslim'in kitâbını tavsiye ederim, çünkü o, daha mübârektir. Zira Buhârî lâfz'a nisbet ediliyordu". İbnu'z-Zehebî der ki: "Müslim'de lâfz'a nisbet edilmiştir[1]. Binnetice bu mesele müşkil bir meseledir. Buhârî ile şeyhi Muhammed İbnu Yahyâ ez-Zühlî arasında cereyân eden vakıaya da işaret edilir. Buhârî Nîsâbur'a geldiği zaman ona lafzdan sordular. Cevâben "Kur'ân kelâmulllahtır, mahlûk değildir, amellerimiz mahluktur" dedi. Ebû Hâmid İbnu'ş-Şarkî der ki: "Zühli'den şöyle söylediğini işittim: "Kur'ân kelâmullahtır, mahluk değildir, kim Kur'ân'ın telâffuzuna mahlûk derse o, mübtedî (bidatcı) dır. Bizim meclisimize gelmesin. Bundan böyle Muhammed İbnu İsmâil el-Buhârî'ye gidenle de konuşmayız."



İki kişi hâriç bütün nâs Buhârî'yi terketti. Terketmeyen bu iki kişi de Müslim İbnu'l-Haccâc ve Ahmed İbnu Seleme idi. Müslîm, Zühlî'ye kendisinden yazmış olduklarını hamallarla yolladı. Zühlî ayrıca: "Muhammed İbnu İsmâil benim bulunduğum şehirde oturmamalıdır" dedi. Bunun üzerine Buhârî, hayâtından endişe ederek oradan başka yere göç etti.



Bu hadîselerden sonra Müslîm, ne Buhârî'den ne de Zühlî'den tahrîcde bulunmadı. Fakat Buhârî, aralarında cereyân eden tatsızlıklara rağmen Sahîh'inde Zühlî'den -İbnu Hallikân'ın Müslîm'in tercemesinde kaydettiğine göre otuz yerde- rivâyette bulunmuştur. Ancak Buhârî, bu rivâyetleri yaparken (Haddesena Muhammed b. Halid) veyâ (Haddesena Muhammed) diyerek ceddine nisbet eder. Böylece ilmini almış oluyor ve ismini zikrettiği takdîrde akla gelebilecek olan şeyhinin ta'nda haklı olacağına dâir tevehhümü de reddetmiş oluyor."



Mesele aslında içinden çıkılmayacak kadar müşkîl değildir. Zirâ lâfz meselesinde hak şeyheyn cânibinde idi. Öbürleri, bunlara karşı olan taassublarında haksız idiler. Meselenin İmâm Ahmed'in marûz kaldığı mihnetten sonraki seyrini inceleyen kimse, ihtilâfın muhtevâdan ziyâde kullanılan kelimelerde kalan (lâfzî) meseleler yüzünden râvîlere revâ görülen işkencelerin derecesini anlar. Bu ihtilâfın lâfzî olmayıp hakîki olduğunu farzedecek olsak, bürhân-ı sahîh nazarıyla yine kusur açık olarak Şeyheyn'e cephe alanlar cânibindedir. Keşke onlar kendilerini ilgilendirmeyen şeylere burunlarını sokmayıp, rivâyetlerden tahsîn ettikleriyle uğraşsalardı.



Eğer böyle yapsalardı cerh kitaplarının çoğunun içi hiçbir değeri olmayan cerhlerle dolmazdı. Şu sözler bu çeşit cerhlerdendir: "Falanca melûn vâkifi zümresindendir."; veyâ "...sapık lafziyye zümresinden"; veya "O, Allah'dan haddi nefyederdi, biz de ondan nefyettik" veya "İmânda istisnâ tanımaz, binâenaleyh mürciîdir, sapıktır" veya "cebr, hulûd vs. meseleleri dışında cehmîdir" yâhut "O, imân, kavl ve ameldir demiyordu biz de onu terkettik", veyâ "kelâmî meselelerde sırf muhâkeme ve reyle hareket ettiği için felsefeye veyâ zındıkaya nisbet edilir" gibi.



İlimlerin en muhâtaralısı cerh ve tâdîl ilmidir. Bu sâhada yazılmış kitapların pek çoğunda son derece mübâlağa ve aşırılıklar vardır. Bu ölçüsüzlüklerin menşeini İbnu Kutaybe, el-İhtilâf fi'l-Lafz'da ortaya koymaya çalışır. İmâm Ahmed'in mihnet'inden sonra ricâl husûsunda yazılan kitaplar bir kısım hatâlardan hâli değildir. Bu husûs, mezkûr kitapları dikkatle inceleyenlerin gözünden kaçmaz".



İbnu Kuteybe (213-276 yıllarında yaşamıştır). El-İhtilâf Fi'l-Lafz kitâbında, asrındaki ehl-i ilmin, ilmi, ilim için tahsîlden uzaklaşıp, geçmiş imâmları reddetmek ve onları, Allah'ın dinînde bid'at çıkarmış olmakla itham etmek ve her çeşit ihlâstan uzak, sırf bencil hislerini tatmin etmek düşüncesiyle ilmî meselelerde münâzara yapmak için ilim talebetmeye geçişleri gibi kendine ulaşan hallerini beyânla mukaddemesine başladıktan sonra 9-11. sayfalarda der ki: "İhtilâf olarak en son vukûa gelen şey, Ashâb-ı Hadîs arasında cereyan etmiştir. Ashâb-ı Hadîs, sünnete yardımcı, bid'ayı ezici, her memlekette kendilerine âdavet beslendiği halde adâvete yer vermeyen, kendilerinden bir kısım inançlar gizlendiği halde inançlarını gizlemeyen, gerçeği nâs'a açıktan açığa söyleyip, gizlemeyen kimselerdi. İlimde ancak onların tevsîk edip yükselttiği kimseler yürürlerdi, ve onların taz'îf edip alçalttığı kimseler alçalırdı. Atlılar ancak onların zikrettiği kimseyi görmek arzusuyla yükselirdi. Bu durum şeytanın onları Allahu zülcelâl'in dînînin fürû ve usûlünden kılmadığı bir mesele ile aldatmasına kadar devâm etti. Dini uzaktan ve yakından ilgilendirmeyen bu meselenin bilinmemesinde bir mahzûr bulunmadığı gibi bilinmesinde de cüzi bir fayda vardır.



Bu meselenin şerri büyüdü, ehemmiyeti arttı. O kadar ki muhaddisleri parçalayıp, çeşitli fikirler ortaya attırdı. Böylece onların durumlarını zayıflatarak hasedcileri neşeye boğdu ve düşmanlarını kendi dilleri ve elleriyle karşılarına dikti. Bu düşman, onların birbirlerini tekfîr ve tel'în ettiklerini, aslında müttefik oldukları halde birbirlerine düştüklerini, bir cemaat teşkil ettikleri halde paramparça olduklarını gördükten, kendisini de onlarla artık harb halinden kurtulup, sulhâ kavuşmuş bulduktan sonra mütemâdiyyen onlara gülüp alay etti [2].



Ehl-i nazarın bu mesele karşısındaki tutumu ise şâyan-ı teessüftür. Onlar, bu mesele çıktığı günden beri hakkında söz etmekten kaçınmış, ilk günden müessir bir çâre ile karşısına çıkarak halletme cihetine gitmemiş, cemiyette iyice yayılıp umumî bir hal aldığı zaman da üzerinden esrar perdesini kaldırmaktan tekâsül etmiştir.



O kadar ki meydânı boş bulan fitne, cemiyette kök salıp, yerleşebilmiştir. Gençler kötü alışkanlıklarla ona kapıldılar, çocuklar o atmosferde yetişti. Böylece alışkanlığın sevkiyle iyice kökleşip tabiî bir hâl vasfını kazanmış olan fitneyi kalblerden çıkarıp tedâvi etmek isteyenler çok büyük bir zorlukla karşılaştılar.



Allah beni ilimle müşerref edince karşılığında üzerime vâcib kıldığı vazifeden kaçmak için bir mâzeret bulamadım. Mesele, ihmalcilerin terki yüzünden, bir hayli ehemmiyet ve nezâket kesbetmişti. İlmî kapasitem ve tâkâtimin imkân verdiği nisbette meseleyi göğüsledim. Ümidim bâzı hakikatların gayretimle ortaya çıkmasıdır, olur ki Cenâb-ı Hakk bu hizmetimden ümmet-i Muhammed'i müstefîd kılar.



Zirâ ancak O'nun dilediği şey faydalı olur. Dili ile Allah'ın rızasını arzu ettiğini söyleyen kimseye bunu nâsdan istemesi gerekmez. Ona düşen gözünü açmaktır, kolaylaştırmak Allah'a aittir".



Sonra İbnu Kuteybe merhûm, bu meselede te'vîlde bulunanların düştükleri hâtayı göstermek gâyesiyle pek çok misâller verir ve bu husustaki kendi görüşünü izhâr eder. Sonra nazarında bunun ifâde ettiği gerçek ve sahîh mânâyı beyân eder. Bütün bu izahlardan sonra 50-52 ve 62-63. sayfalarda der ki:



"Sonra söz, bizi bu kitâptan maksadımızın ne olduğunu, Ehl-i Hadîs'in Kur'ân-ı telâffûz meselesindeki ihtilâflarını, aralarındaki ayıplamaları ve birbirlerini tekfir etmelerini anlatmaktan gayemizin ne olduğunu beyâna getirdi. Hakkında ihtilâf ettikleri şey aralarındaki ülfeti koparacak cinsten olmadığı gibi nefret ve uzaklaşmayı gerektirecek cinsten de değildir. Çünkü hepsi tek bir esâsta birleşmektedir. Bu esâs ise: "Kur'ân'ın, gayr-i mahlûk kelâmullah olduğudur.



Onların ihtilâfları, mânâsı gâmız ve ince olduğu için anlayamadıkları fer'î bir meseledir. Onlardan her bir fırka bu meselenin bir cihetiyle alâka kurmuş olmakla berâber hiçbirinde ne temyîz âleti ne dikkatli kimselerin yaptığı araştırma ne de ehl-i lügatin ilmi mevcuttur.



Bir şey iddia eden, bir görüş benimseyen herkes zannediyor ki mutlak hakîkat kendi iddia ettiği ve benimsediği görüştedir. Bu taassuba sâdece mütevakkıf davranan şüpheciler düşmemiştir. Çünkü onlar, hatâ yapabilecekleri ihtimâline yer veriyorlardı. Zira biliyorlardı ki, hakîkat, üzerinde durdukları iki meseleden birindedir, sâdece birinde değildir. Gerçeği arayan (müstebsîr ve müsterşid) kimse -bununla mütevakkıf davranan şüpheciyi kasteder- iki müfrit fırka tarafından imtihâna tâbi tutuldular. Bu müfrîtler kendilerine muhâlefet edenlere tahammül fersâ şiddet ve kabalığı revâ görüyor, onları tekfir etmekle kalmayıp tekfir ettiklerinin küfründen şekke düşenleri bile tekfir ediyorlardı[3].



Bazan yaşlı bir kimse de şehre iner ve hadîs için halkaya otururdu. Halbuki çoğu kere bu kimse, adaptan ve duyduğunu yeterince tefrik ve temyîzden bile yoksundu. İlim ve irfânla ilgisi, yaşının ileri olmasından öte geçmiyordu.



Böyleleri, bâzı kere, İbnu Uyeyne, Ebû Muâviye, Yezîd İbnu Hârûn ve benzerlerini de dinlerdi. Onlar kendisine kitâbı öğretmekten önce onu Halku'l-Kur'ân meselesinde imtihana çekerlerdi.



Onların istediği cevâbı vermezden önce ağırdan alır, yâhut duraklar veyâ öksürür veya kekelerse vay başına geleceğe. Bunu bildiği için o davranışıyla kendisini cerh ve iskât edecekleri korkusu onu sarar. Bu korku, o kimseyi, onları memnûn etmeye sevkeder. Bilmeden, anlamadan konuşur ve böylece kalplerini kazanarak yakınlaşmayı ümîd ettiği mecliste Allah'tan uzaklaşır. Eğer o, onların muhâlif fikirlerine inânıyor idiyse onların hoşlarına gidecek fikir izhâr etmek de nefsine ağır geliyordu, çünkü söylediğini yazıyorlardı.



Eğer hakîkat arayan bir genç veyâ ilim talebeden bir kimse görseler hemen ona sorarlardı. Eğer o, bunlara: "Ben bu meselenin hakîkatını öğrenmek istiyor, ondan sual ediyorum, henüz bu konuda hiçbir hükme varmadım" dese ve bu sözüyle de gerçeği ifâde etmiş olsa ve ayrıca "Allah doğru söylediğimi biliyor" diye özür de beyân etse, onlar, Allah'ın, onu sâdece bilmediği şeyi öğrenmesi için sorup araştırmakla mükellef kıldığını bilmelerine rağmen onu tekzîb ederler, eziyette bulunurlar ve derlerdi ki: "Bu bir habîstir. Onu terkedin, onunla düşüp kalkmayın."



Onların bağlandıkları bu mesele, bilinmemesi hiç kimseye câiz olmayan tevhîdin aslına taalluk etse ve bizzât Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ağzından işitilmiş olsaydı, "Bu meselede bu kadar aşırı olmak gerekmez" denince iftirâ edilmiş olurdu".



Kevserî, bu sözlere şunu ilâve eder: "Musannıf -İbnu Kuteybe- bu bâbta anlattıklarına görgü şâhitliği yapmaktadır. Bu bahîs kitâbın en güzel bahislerinden biridir, araştırıcıya cerh ve tâ'dil kitaplarında, musannıfın -İbnu Kuteybe- işâret ettiği bu asrın ricâli vâsıtasıyla, rivayet edilen cerhler husûsunda tesebbüt ve tahkîke dâvet etmektedir. Ebû Tâlîb el-Mekkî, şu sözleriyle bir gerçeği ifâde etmektedir: "Huffâz'ın bir kısmı büyük bir cüret ve gözüpeklikle konuşup cerhte haddı tecâvüz etmişler, halku'l-Kur'ân meselesinde ölçüyü kaçırmışlardır. Öyle ki çoğu kere hakkında söz edilen söz edenden daha efdâl olmakta ve ârif kimseler nezdinde daha yüksek bir yer işgal etmektedir".



İmâm İbnu Kuteybe geçen sözleriyle Mihnet asrını tasvîr etmektedir. Bu tasvîr, o devri bizzat yaşayıp, şiddet ve huzûzunu ayrı ayrı tadıp, müşâhede etmiş bir kimsenin tasvîridir. Burada Mihnet'in ortaya çıkardığı mühîm ve ciddi bir cihete işâret etmektedir ki, bu husûs Halku'l-Kur'ân Meselesi'nde evet diyen veyâ tevakkufta bulunanlara karşı herhangi bir özür tanımaksızın gösterilen şedîd ve sert tutumdur.



Geçmişe ait bu kısa gezinti ve bâzı misallerin ışığı altında mihnet'in, ulemâ, ruvât ve muhaddîsler safında, ve mihnetten sonra tedvîn edilen seleften halefe intikâl ederek bize kadar gelen cerh ve tâ'dil kitaplarında sarfedilmiş olan birçok sözlerde husûle getirdiği izleri açık bir şekilde görebilmekteyiz.



Bu aydınlatıcı lemhalardan sonra İmâm Buhârî'nin ve onun talebesi İmâmu Müslîm'in gerçek durumları ortaya çıkmış oluyor. Çünkü herbirinin "Sahîh"inde bu çeşit cerhedici ithâmlara mâruz kalmış bir kısım ricâlden rivâyetten imtinâ etmediklerini göstermekteyiz. Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî'de Yirmi Üçüncü Nev kısmının ortalarında "Fâide" unvânı altında kendilerine muhtelîf bid'â ithâmı yapılan büyük bir grubun isimlerini verir. Buhârî ve Müslîm bunlardan sadece biri o kimselerden tahrîcde bulunmuşlardır. Bu kimselerin sayısı onun nezdinde 78'i bulur. Bunların dışında birçoğu da onun nazarından kaçmıştır. İstersen oraya mürâcaat et.



Hâfız İbnu Hacer de "Hedyü's-Sârî'de Buhârî'nin ricâl'inden ta'na mâruz kalanların ismi üzerinde ayrı bir bâb yaparak orada bid'a ithamına maruz kalanları zikreder. Müellif burada müessir bid'a ile müessir olmayan bid'a arasını tefrîk ettikten sonra bu dokuzuncu bölümün sonlarında isimleri hurûfu hecâ ile sıraladıktan sonra ayrı bir bölüm yazarak bu bölümde Buhârî'nin ricâl'inden îtikâda râci ve fakat gayr-ı müessîr olan bu husûsla ta'nedilmiş olan kimselerin isimlerini kaydeder. Bunların sayısı 69 kişiye ulaşmaktadır. Bu meselede düşünceler için büyük bir ibret vardır. Bu sözleri yazıp bitirdikten sonra şeyh Cemâlüddi'n-el-Kâsımî merhûmun 'Kitâbu'l-Cerh ve't-Tâdîl'ini okudum. Bu, 39 sayfalık küçük bir risâledir. Bu risâlede daha önce işâret etmiş bulunduğumuz merdûd cerhlerin birçoğunun genişçe nakline yer verilmektedir. Bunların illetleri ve noksanlıkları en güzel şekilde belirtilir. Hiçbir sûrette 'Halku'l-Kur'ân Meselesi'ne dokunulmaz. Arkadan da onun Târihû'l-Cehmiyye ve'l-Mûtezîle'sini okudum. Burada "Halku'l-Kur'ân Meselesi"ne temâs ettiğini, gerek bu sebeple, gerekse benzeri ithâmlarla bir kimsenin cerh edilmesini reddettiğini gördüm. Reddi mâkul esâsata dayandığını söyleyebilirim.[4]







--------------------------------------------------------------------------------



[1] Bunu doğrulayan delil için Beyhâkî'nin el-Esmâ ve'S-Sifât'ına bakılabilir (s. 267). (İbrahim Canan)



[2] Kevseri bu meseleye şu sözleriyle tâlikte bulunmuştur: Musannıf –yâni İbnu Kuteybe- asrında bu kâbilden cereyân eden şeylere görgü şâhitliği etmektedir. Her kim Harb Seyrecâni'nin Essünne ve'l-Cemâa'sını ve bunun mesâilinden olan el-Câmi kitâbını ve İbnu Sa'îd es-Siczî'nin Nakz'ını, Huşeyş İbnu Asram'ın el-İstikâmet'ini -Ebû Abdillah el-Buhari'ye mensûb Halku Esfâlu'l-İbâd ve Abdullah İbnu Ahmed'in Kitâbu's-Sünne'si hâriç- mütâlâa ederse -ki bunların hepsi müellifin (yâni İbnu Kuteybe) çağdaşı olan kimselerdir- onlar da birbirlerini tekfire, şiddetli tâbirler bulacaktır: Bunlarla musannıfın burada ifâde etmek istediği şeyi, yâni, o asır insanlarının, büyük bir kısmını, lafta ve kısırda kalan nizâlara ircâsı mümkün meselelerde birbirlerini tenkit ve tenzil etmede müzmin bir hastalık derecesini bulan aşırılıklarını anlamakta gecikmez. Münâkaşayı lâfzi değil de hakiki farzedecek olsak, durum tepeden tırnağa ters döner ve zâhirde mubtıl olan muhik durumuna geçer. (İbrahim Canan)



[3] Abdulfettah der ki: "Onların gerçeği arayan şüpheci karşısındaki tutumu" Onun tekfiri, hattâ küfründen şüphe edenlerin bile tekfiri "olursa açıktan açığa kendilerine muhâlefet edenler karşısındaki tutumu ne olur? Buradan mezkûr mihnet'teki ihtilâfın ulaştığı şiddeti, ruhlarda ve muhâliflere karşı verilen hükümlerde bu ihtilâfın meydana getirdiği tesirin şiddetini anlayabilirsin". (İbrahim Canan)



[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/374-386.

Doğuşu Ve Başlama Tarihi

Doğuşu Ve Başlama Tarihi






Tarih ve nihâl kitapları Halku'l-Kur'ân meselesi'nden ilk söz edenin Ca'd İbnu Dirhem olduğunda, bunu da Cehm İbnu Safvân'ın tâkip ettiğinde bunlara da arkadan Bişr İbnu Gıyâs el-Merîsî'nin tâbi olduğunda müttefiktirler. Bu husûs hâfız Lâlkâ'î'nin Şerhu's-Sünne'si ile İbnu Ebî Hâtim er-Râzî'nin "er-Reddü 'alâ'l-Cehmiyye"sinde ve bunlar dışında kalan diğer kitâplarda açıkça görülür.



Ca'd İbnu Dirhem hicrî 118 yıllarında zındıklık ve mülhidlik suçuyla öldürüldü. Bu târih, Emevîler saltanatının sonlarına rastlar. Cehm İbnu Safvân ise 128 sene-i hicriyesinde Horasan ümerâsına Hâris İbnu Süreye ile birlikte kılıçla çıkış yaptığı için öldürülmüştür. Bişr İbnu Gıyâs el-Merîsî ise 218 yılında 70 yaşında olduğu hâlde Bağdâd'da vefât etmiştir.



Hâfız Zehebî, el-İber'de der ki: "Fakîh ve mütekellim olan Bişr el-Merîsî 218 yılında vefât etti. Bu herif, halku'l-Kur'ân sözünün dâilerinden yâni propagandacılarındandı. Senenin sonunda öldü. Ulemâdan hiç kimse cenâzesine katılmadı. İmâmlardan bir gurup küfrüne hükmetti. Mîzânu'l-İ'tidâl'de "Bişr, Cehm İbnu Safvân'a yetişmedi ise de sözünü benimsedi ve bunları kendisine hüccet edindi. Başkalarını da bu fikirlere dâvet etti. Bişr'in babası yahûdî olup Nasr İbnu Mâlik çarşısında kasaplık ve boyacılık yapardı. Hârunu'r-Reşîd'in saltanatı sırasında yakalandı ve sözleri sebebiyle eziyet edildi" denir. Reşîd'in hilâfeti 170 yılından vefât târihi olan 193 yılına kadar devâm etmiştir.



Bu fitne belli bir ölçüde İmâm Ebî Hanîfe zamanında zuhûr etti. Ebû Hanîfe 80-150 yıllârı arasında yaşamıştır. Bu konuda hakkı söyledi ve fitneyi neşredenleri reddetti. Bir müddet için onları susturdu da. Bu husûsu İbnu Ebî'l-Avvâm el-Hâfız rivâyet etmiştir. Ondan da Allâme Kevserî Te'nîbü'l-Hatîb'de nakleder. Kezâ İbnu Kuteybe de Ebû Hanîfe'nin bu meseledeki tutumuna takdîr ve istihsân dolu ifâdelerle el-İhtilâf fi'l-Lafz kitâbında temâs eder.



Kevserî merhûm Te'nîbu'l-Hatîb'de der ki: "Kur'ân hakkındaki fikirleri yayılmadan Cehm'in öldürülmesi helâl değildi. Onun fikirleriyle pek çok kimse fitneye düştü. Bir kısmı onun fikirlerini iltizâm etti, bir kısmı da nefret besledi. Orta yol bırakılıp ifrâd ve tetrîde sapıldı. Bu bid'atcı ile mücâdelede yeterli bilgi olmadığı için birçok kimseler el-Kelâmu'n-Nefsî'nin nefyinde ona zulmettiler. Diğer bir kısmı da onun zıddını söylemek sadedinde el-Kelâmu'l-Lafzî'nin kıdemini ileri sürdüler".



Ebû Hanîfe bu durumu görünce meseleyi mihrâkına oturtup hakkı beyân etti ve dedi ki: "Allah'la kaaim olan mahlûk değildir. Halkla kaaim olan mahIûktur." Burada demek istiyordu ki: "Kelâmullâh, kıyâmı îtibâriyle, kıdemde Allah'la iştirâki olan diğer sıfatlar gibi bir sıfattı. Fakat tilâvet edenlerin dillerinde, hâfızların zihinlerinde, mushafların sayfalarında sestir, zihnî sûrettir ve nakıştır. Bu durumuyla taşıyıcıları gibi mahlûktur. İlim ve idrâk ehlinin görüşleri bundan böyle bu görüş üzerine istikrârını buldu."



Fakat mezkur fitne burada sönmedi. Ortaya çıkıp tekrar kaybolmalar sûretinde Abbâsî halîfelerinden Me'mûn zamanına kadar devâm etti. Onun zamanında mesele yeniden ortaya çıktı ve rağbet gördü. Bizzât Me'mûn da buna inândı ve bu husûstaki Mu'tezilî görüşü tam olarak benimseyip Kur'ân'ın mahlûk olduğuna kâni oldu. Sadece inanmakla da kalmayıp âlimleri, kadıları, muhaddisleri, râvileri Kur'ân'ın mahlûk olduğunu söylemeye çağırdı. Emre uymayanlara işkence ettirdi. Bu tutumu, hayâtının ve hilâfetinin son senesi olan 218 yılına müsâdifti.



Bu fitne Me'mûn devrinde yâni 218 yılından sonra da Mutasım ve Vâsık devirlerine kadar devâm etti. Hattâ Mütevekkil devrinin başlarına, 232 yılına kadar varlığını devam ettirdi. Mütevekkil hilâfete geçince Kur'ân'ın mahlûk oluşu meselesinde kendinden önce gelmiş olan üç selefinin yaptığı şekilde gayretkeşlik göstermedi. Fazla olarak 234 yılında Kur'ân'a mahlûktur denmesini de yasakladı. Bu yasağı bütün vilâyetlere tâmîm etti. Böylece devleti ve halkı huzursuz eden bir fitne sönmüş oldu.



Âlimler ve muhaddisler bu 15 senelik müddet içerisinde zulmün her çeşidine mâruz kaldılar. Bir kısmı kılıç korkusuyla resmî çağrıya uydu. Bir kısmı mânâsını anlamaksızın kerhen uydu. Bir kısmı selefin girmediği bir konuya girmekten kaçındı. Bir kısmı icâbet etmekten imtinâ etti ve Kur'ân gayr-i mahlûktur tezini açıkça müdâfaa etti. Bunlar, bu inançları uğrunda her çeşit işkence ve ölüme katlandılar, sabrettiler.



Hâfız Zehebî, el-İber'de der ki: "Me'mûn 218 yılında âlimleri halku'l-Kur'ân meselesiyle imtihân etti. Bu konuda Bağdâd'daki nâibine yazdı -zirâ kendisi Rakka'da idi- Daha da ileri giderek bu bid'ate, inanan bir insanın taassubuyla sarıldı, ulemânın ekserisi istemeye istemeye icâbet etti. Bâzıları tevakkuf etti ise de bilâhare onlar da icâbet edip münâzara yaptılar. Fakat sözlerine değer verilmedi. Musîbet gittikçe büyüdü. Bu dâvete uymayanları Halîfe ölümle tehdîd etti".



Târihin bu safhasını okuyup inceleyen herkesin göreceği üzere bu mihnet sırasında pek çok kimse hapsedildi, işkenceye tâbi tutuldu ve öldürüldü[1]. Bu mihnet, devletin havâs ve avâmıyla bütün halkı meşgûl eden bir mesele oldu. Irak ve diğer diyârlarda her çeşit meclîs ve cemâatlerde, köylü kentli herkesin diline düştü. Bu konuda âlimler arasında münâkaşalar çıktı. Ümerâ, ulemâyı, kadıları, fukahâyı ve muhaddisleri Mısır, Şam, İran vs. her yerde imtihâna başladı.



"Vaktâki Vâsık hilâfete geçti, Mısır kadısı Muhammed İbnu Ebî'l-Leys'e bütün nâs'ın imtihândan geçirilmesini yazdı. Fakîh, muhaddis, müezzin ve muallim işkenceye tâbi tutulmayan tek kişi kalmadı. Birçokları terk-i diyâr ederek kaçtı. Mihneti inkâr edenlerle hapishâneler doldu. Vâsık'ın saltanatı boyunca durum bu minvâl üzere devâm etti. Mütevekkil, hilâfete geçer geçmez, bu mihnetin kaldırılması için emir çıkardı. Bu kelimenin ne şekilde olursa olsun ağza alınmamasını emretti. Böylece nâs huzûra kavuştu[2]. Onbeş yıl boyunca tahammülfersâ bir azab ve işkence hayâtından sonra nesîm-i rahmeti teneffüs ettiler.



Şevkânî, İrşâdu'l-Fuhûl adlı kitâbının el-Mahkûm aleyh bahsinde şunları söyler: "Kelâmullâh meselesindeki ihtilâf, bu konunun te'sîr ve şümûlü uzayıp gitmiş, insanları birçok fırkalara bölmüş, ehl-i ilimden pek çoğu bu yüzden imtihân ve mihnete tâbi tutulmuş, bir kısım insanlar bunu dinin en mühim meselelerinden biri kabul etmiş olsalar bile, o kadar mühim ve faydalı bir mesele olmayıp faydasız ve fuzûlî bir ilimdir. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk bu ümmetin selef zümresini teşkîl eden Sahâbe ve Tâbiîn'i bunun münâşakasından siyânet buyurmuştur."

HALKU'L-KUR'ÂN (KUR'ÂN'IN MAHLUK OLMASI) MESELESİ

Başta İmam Buhârî hazretleri olmak üzere pek çok hadisçinin bulaştırılıp itham (ve dolayısıyla cerh) sebebi yapıldığı Halku'l-Kur'ân meselesinin iç yüzünü bilmek birçok yönlerden faydalıdır. Bu sebeple, meseleyi tatminkâr genişlikte tahlîl eden bir pasajı, tarafımızdan tercüme edilmiş olan Yeni Usul-i Hadîs adlı kitaptan aynen aktarıyorum. Neticede görülecek ki, Selef devrinde bile ümera, dinî işlere burnunu sokup, kendi gibi düşünmeyeni ezmiştir.




"Meseletü'l-Lafz veya Meseletü'l-Halku'l-Kur'ân" -kezâ târih'te "el-Mihne" diye de isimlenir- gerek bu kitâpta, gerekse diğer cerh ve ta'dîl kitaplarında, ricâl, ruvât, zu'afâ ve târih kitâplarında sıkça zikr ve temâs edilen bir kısım ithamlara mesnet yapılan, kendisine zaman zaman atıfta bulunulan bir meseledir. Bu meselenin doğduğu asrın eskiliği sebebiyle onda kastedilen mânânın anlaşılması zorlaşmakta, târîhî seyri başkaları şöyle dursun, birçok ilim tâliblerine bile günümüzde gizli kalmaktadır. Burada bu meselenin çıkışı ve târihi hakkında kısaca; ruvât, muhaddisîn, kütüb-i cerh ve ta'dîl saflarında meydana getirdiği te'sîrler hakkında da uzunca söz etmeyi münâsib gördüm. Yardım ve takviyeyi Cenâb-ı Haktan dilerim.

2 Mart 2010 Salı

Hz.Muhammed’e İtaat

4.Hz.Muhammed’e İtaat

Allah’a itaat,emir ve yasaklarına uymakla olur.Kur’an’da, ‘’Kim peygambere itaat eserse Allah’a itaat etmiş olur…’’ buyrulmuştur.Nitekim ayetlerin insanlar üzerinde etkili olmasını sağlamak ve ilahi rehberlik altında topluma çekidüzen verebilmek için Hz.Peygamberlerin otoritesini sağlamak bir zorunluluktu.Bu yüzden Allah’a itaat Hz.Peygambere itaat etmek ile aynı şey sayılmış ve ona itaat edilmesi istenmiştir.Bu konuda Kur’an’da iman ve itaat birlikte ele alınarak şöyle buyrulmuştur:‘’Peygamber,Rabb’inden kendisine indirilene iman etti,müminlerde

(iman ettiler).Her biri;Allah’a,meleklerine,kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler:’’Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.’’ Şöyle de dediler:’’İşittik ve itaat ettik.Ey Rabb’imiz! Senden bağışlanma dileriz.Sonunda dönüş yalnız sanadır.’’ Allah,Peygamberlerin tebliği sonucunda oluşan adalet,özgürlük ve rahmet ortamının devam etmesi için onun desteklenmesini istemiştir.Onunla gönderilen dinin yaşaması bu desteği kaçınılmaz kılmaktadır.

Kur’an’da Hz.Peygambere itaat etmek,başarı elde etmenin yollarından biri olarak ele alınmıştır.Bu açıdan Allah,insanları Peygamberlerine muhalefetten sakındırmaktadır.Peygambere muhalefet etmekle ayetleri yalanlamak benzer bir tutum olarak algılanmıştır.Bu konuda gelen ayetler, Hz.Peygamber’e itaatin önemini vurgulamaktadır.Kur’an’da Nisa suresinin 115. ayetinde, ‘’Kendisine hidayet (doğru yol) bahşedildikten sonra Peygamber ile bağını koparan ve müminlerin yolundan başka bir yola sapana gelince,onu kendi tercih ettiği yolda bırakacak ve ona cehennemi tattıracağız.Ne kötü kötü bir gidiş yeridir orası!’’ buyrulmuş ve peygambere karşı gelmenin doğuracağı sonuçlar açıklanarak insanlar uyarılmıştır.