1 Mart 2010 Pazartesi

Sünneti Kimler Reddediyor?

Sünneti Kimler Reddediyor?


"Bir devenin ağaçla kaşınması gibi kişinin dini ile kasınması kıyâmetin yaklaşmasının alâmetlerindendir" Hadîs-i Şerîf.
Söze başlarken belirtmek isteriz: Kur'ân adına hareket ettiğini iddia ederek sünneti reddedenler, kesinlikle samimi değildir. Çünkü Sünnet'in reddini ifâde eden Kur'ân'î tek bir delil getiremezler. Halbuki, kaydedildiği üzere Sünnet'e uymayı emreden pek çok âyet-i kerîme var. Onların durumu, Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilen Allah'la peygamberlerinin arasını açmak istemek gibi cins bir küfür çeşidini hatırlatmaktadır:
"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen "bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteriz diyorlar. İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır" (Nisa: 4/150).
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet, sünnet'e müracaatı emrettiği, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in pek çok emirleri, fiilleri sünnete uymanın gereğini beyan ettiği halde, İslâm ümmeti içerisinde zaman zaman "sünnet"ten rahatsızlık izhar edenler olagelmiştir. Şüphesiz bu, dindarlıktan, dinî samimiyetten gelen bir davranış değildir. Aksine, -cehâletin, iğfalin kurbanı olmak söz konusu değilse -temelde siyâsî-ideolojik hesaplara dayanan din düşmanlığı yatmaktadır. Böylelerinin Kur'ân'a sâhip çıkma, Kur'ân'ın anlaşılmasına mâni olan engelleri kaldırma gibi dindarlık edasıyla sünnete tavır almaları müslümanları aldatma gâyesine yöneliktir.
Zaman içerisinde böyle zümrelerin peş peşe kıyâmete kadar ortaya çıkarak dinle kaşınacaklarını Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) pek çok hadîslerinde haber vermiştir. Ebû Dâvud'da gelen bir rivâyet şöyle:
"Haberiniz olsun "bana Kitap (Kur'ân) ve onun kadar başkası (Sünnet) verilmiştir. Haberiniz olsun, koltuğuna kurulmuş karnı tok birilerinin şöyle diyeceği gün yakındır: Size Kur'ân yeter, helâl nevinden onda ne varsa onları helal bilin, haram nevinden onda ne varsa onları da haram kabul edin".
Böyle diyenden sakının. (Kur'ân'da zikri geçmeyen haram da var. Bu cümleden olarak) ehlî eşek eti size helal değildir, vahşî hayvanlardan da parçalayıcı dişleri olanların eti haramdır..." Tirmizî'de kaydedilen rivâyette şu ziyâde var: "Muhakkak ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram ettiği tıpkı Allah'ın haram ettiği gibidir, (arada fark yoktur)".
Burada havârice ve revâfızın iddialarından bahsetmek konumuz olmamakla birlikte, daha Ashâb döneminde, bir kısım grupların Kur'ân'a ehemmiyet verme perdesi altında Sünnet'e tavır takınmaya başladıklarını belirtmemiz gerekir. El-Müstedrek'te kaydedilen bir rivâyet aydınlatıcıdır: Ashâb'tan İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan hadîsi rivâyet ederken bir adam atılarak:
"Ey Ebu Nüceyd, bize Kur'ân'dan anlat" der. İmrân adama şu cevabı verir:
"Sen ve arkadaşların Kur'ân okuyorsunuz. Bana söyler misin, namaz ve namazla ilgili rükünler nelerdir? Kezâ altın, deve, sığır ve diğer çeşit mallara terettüp eden zekat ne miktardadır? Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm, sen görmedin. Rssûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize, zekatı şöyle şöyle vermemizi emretti." Bu açıklama karşısında ikna olan adam:
"Bana hayat verdin, Allah da sana hayat versin" der. Rivâyeti yapan Hasan Basrî hazretleri şu açıklamayı ilâve eder:
"Bu zat, ölmezden önce iyi bir İslâm fakîhi oldu".
Aynı hadîsin Hatîbu'l-Bağdâdî tarafından el-Kifâye'de kaydedilen  veçhinde İmrân (radıyallahu anh) itirazcıya daha açık bir dille şöyle der:
"... Sen ve arkadaşların sadece Kur'ân'a dayandığınız takdirde öğle namazının dört rekat olduğunu... Kâbe'yi tavafın yedi kere olacağını, Safa ve Merve arasında da tavaf yapılacağını ayetlerde bulabilecek misiniz?"
Tarihte ortaya çıkan vak'alar, Sünnet'i reddetme, düşüncesinin dinî hasbilikten çıkmadığını göstermektedir. İlk fikir babalarını yabancı ve bilhassa yahudi menşe'lilerin teşkil ettiği şia hareketleri, hep hadîse karşı çıkarmıştır. Çünkü mütevâtir olması sebebiyle Kur'ân'a dil uzatmak, O'nu gözden düşürmek mümkün değildir. İslâm'ı yıkabilmek için Kur'ân-ı Kerîm'in yorumunu istenen şekle dökme yolu kalmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti ve bu sünnetin vazettiği Kur'ân'ı anlama ve yorumlama metodu mü'minler arasında muteber kaldıkça bu yol da kapalıdır. Öyle ise, ne yapıp yapıp Sünnet'i aradan çıkarmalıdır. Mûtezile öyle yapmıştır. İlk mutezilîler "mütevatir hadîsten başkasını tanımayız" demiş, ancak hadîsin mütevatir sayılması için ravilerden birinin cennetlik olması şartını koymuştur. Burada cennetlikten maksad Aşere-i mübeşşere'den birisi değil, kendi görüşlerinde olanlardan biridir. Hemen belirtelim ki, prensipte hadîs kabul etmeyen bunlar, yeri geldikçe -ve bilhassa muahhar olanlar- kendi görüşlerini te'yîd eden hadîs uydurmaktan da çekinmemişlerdir. Şu halde, hadîs düşmanlığı, ilmîlik, hasbîlik, Kur'ân sevgisi gibi dinî gayretten gelmiyor, sapık fikirlerine sünnette delil bulamamaktan ileri geliyor.
Âl-i Beyt dışındaki sahâbelerin rivâyetini reddeden şiilerin gayesi de aynı: Kur'ân Kerîm'i istedikleri gibi yorumlamak. Bunlar da hadîsi temelde reddetmiyor, kendi siyâsî gayelerine engel rivayetleri bertaraf etmek için Âl-i Beyt dışındaki Ashâb'ı tanımama hîlesine sapıyor. Hâsıl ettiği boşluğu istediği şekilde doldurmak için ikinci bir müessese getiriyor: Masum imam inancı. Yani, her çeşit hatadan berî, ilahî korunmaya mazhar, sözü hadîs sayılacak imâm. Bu, şiî akidesinin temel unsurlarından biridir. Ehl-i Sünnet açısından, hiçbir insan masum değildir.
Bir başka ifâde ile, Kur'ân-ı Kerîm'in müteşâbih âyetlerini istedikleri istikâmette yorumlaya yorumlaya mü'minleri küfür uçurumunun kenarına getirmek isteyen "kalplerinde eğrilik bulunan kimseler", hedeflerini gerçekleştirmek için kıyâmete kadar hadîsi reddetmeye devam edeceklerdir. Çünkü müteşâbihleri istismara tek engel hadîstir. Bu fitnenin devamlı var olacağını Âyet-i Kerîme bize haber verir:
"...Kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun te'viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar..." (Âl-i İmrân: 3/7).
Günümüzde sünneti reddetme gayretleri esas itibariyle bu âyette haber verilen ve tarihte fiilen örnekleri çokça görülen aynı espriye dayanmaktadır: Müteşâbih âyetleri, hatta mücmel ve âmm olanları keyflerine göre yorumlayabilmek için hadîs engelini ortadan kaldırmak. Bakıyorsunuz, bir kısım müsteşriklerin fikirleri maya tutmuş gibi: Tedvîn edildikleri ilk asırlardan beri bütün İslâm âlemince sıhhatinde ittifak edilen Buhârî ve Müslim gibi en mûteber hadîs kitaplarında bile mevzu hadîslerin varlığını iddia edenler çıkıyor. Bâzıları, Sahâbe'nin adâletini cerhetmeye çalışıyor. Çünkü, Ehl-i Sünnet dünyası, Kur'ân ve Sünnette gelen pek açık beyanlara istinaden, Sahâbe arasında hiçbir ayırım yapmadan hepsini udûl kabul etmiş, İslâm'a taraftarlıkları, dindarlıkları ve iyi niyetlerinden şüphelenmemiştir. Sahâbeye dil uzatmanın altında, şimdilerde bir de teşeyyü yâni şiîlik ve şiîleşme yatmaktadır. Böylece, ilmî görünüm altında onların, ashabı redd doktrinleri haklılık kazanmış olacak. Ancak Ashâb'a olan güveni sarsmanın gerisinde, bütün İslâm binasının temeline dinamit koyma yatmaktadır. Böylece, onların rivâyet ettiği sünnet'ten şüphe edilecek, sünnetin ayrılmaz şekilde iştirakiyle vazedilen İslâm şeriatından şüphe edilecek. Mü'minlerin kalbinden Ashâb-ı Kirâm (radıyallahu anhüm ecmain)'a olan sevgi ve itimadı çıkardınız mı, hadîs, peygamber ve hattâ Kur'ân-ı Kerîm'e olan saygının da kalmayacağını anlamak için fazla zeka ve ferasete gerek yok. Çünkü bunlar hep birbirine ayrılmaz şekilde bağlanmıştır: Ashâb'ın hepsini hem Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tebrie etmede, hem Kur'ân-ı Kerîm. Sünneti ve Kur'ân'ı bize Ashâb nakletmektedir.
Hadîs günümüzde, İslâm'a musallat olan bir başka cereyanın da en mühim engelidir: İslâmiyet'i beşerîleştirme, laisize etme cereyanı. Dünyada İslâmiyet'le doktriner mânadaki laisizmden birbirine daha zıt iki şey düşünülemez. Tıpkı gece ile gündüz, ak ile kara gibi. İslâm vahye müstenid ilâhî değerler manzumesi, laisizm beşerî hükümler sistemi. Birinde Allah'ın iyi dediği şey iyidir, diğerinde insanın. Birinin kaynağı vahy, diğerininki insan düşüncesi.
Geleceğin dünya devletini hazırlayanlar, ideallerinin gerçekleşmesini ve saltanatlarının devamını, her çeşit dinî ve millî heyecanını yitirmiş beynelmilel hümanist -yâni insanlar tarafından konan- değerleri benimsemiş, maddî menfaatinden başka endişesi olmayan, karnını doyurduğu, menhus zevklerini tatmîn ettiği her yeri vatan bilen, tıpkı bir koyun sürüsü gibi eli sopalı bir çoban tarafından istenen otlakta kolayca otlatılabilecek fevkalâde uysallaştırılıp ehlileştirilmiş -homo sovietieus- örneğinde insanlardan müteşekkil bir cemiyette görmektedir. Yarının insanlığını bu hâle getirmek, sürüleştirmek için çoktandır dünyanın her yerinde harekete geçen gizli açık komiteler açıklık, müstehcenlik, sefâhet, eğlence gibi vâsıtalarla topyekün insanlığa saldırıya geçmiş durumdalar. Şimdilerde turizm, spor, festival... yatırımlarını da bu maksatla istismar etmeye çalışmaktadırlar. Bu işte, ilk hedef gençliktir, tahşidât daha çok bu kesime yapılmaktadır. Çünkü onların aldatılıp, iğfal edilmeleri daha kolaydır.
Dünya çapında kıyasıya sürdürülen bu kavgada müslüman milletleri kendi hallerine bıraktıklarını zannetmek saflık olur. Hatta, en büyük hedefin müslümanlar olduğunu söylemek mübâlağa değildir. Zira hayatın her yönünü, kedine göre müstakillen tanzîm eden İslâmiyet ve onun tevhîd akîdesi, beynelmilel güçler için en çetin hedef, hazmi en zor hasımdır. Asliyeti üzere kaldığı takdirde, sahteliği ortaya çıkan bütün sistemlerin yerini almaya namzet olması haysiyetiyle ne yapıp yapıp onun bozulması, mensuplarının ondan şüphe eder hâle getirilmesi lazımdır. Bu maksadla, dıştan, içten, doğrudan dolaylı, pohpohlayıp uyutarak, tahkir edip komplekse ederek vs. her çeşit çalışma ve gayret gösterilmelidir.
Müslüman ve mü'min görünerek, Kur'ân'a sarılmak, ona gölge düşürene cephe alıyor iddia ederek bâtıl, bozucu, nifak çıkarıp fikirler atmak da her halde bu çalışma metodlarının en müessirlerinden biridir. Hadîse, ashâba dil uzatanları, ana kaynaklarımız hakkında şüphe sokmaya çalışanları bu çeşit menfur düşüncelerin uzantısı görmek, ihtiyatlı davranmak, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in dediği gibi, sünnet ve Kur'ân etrafında daha bir kenetlenmek gerekir.
Esâsen, böyle münâfık dindarların zuhur edeceğini, kendilerine Kur'ân'ı bayrak edinerek müslümanlara ve dine saldıracaklarını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haber vererek ümmetini uyarmıştır
"Ümmetim için en çok korktuğum iki şey vardır: Kur'ân ve süt. Kur'ân dedim, çünkü münafıklar, mü'minlere karşı mücâdelede kullanmak için onu öğrenirler. Süt'e gelince, süt için kır hayatını tercîh ederler, şehvetlerine uyarlar, namazı terkederler".
Münafıkların, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenmeleri, müslüman nesillerin dinleri hususunda bomboş ve câhil bırakıldıkları veya sistemden uzak -zamanımızın resmî tedrisâtında olduğu gibi- insicam ve derinlikten yoksun bir kısım malumat kırıntısının din ilmi olarak verildiği, bu işe karşı koyacak durumda olanların da hadîs-i şerîfte "süt"le ifâde edilen "maddeperestlik"e, "bencillik"e düştükleri bir döneme rastlarsa ortaya çıkacak fecaati kavramak zor olmaz. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu münafık tezgahın gençlik kesiminde kurulacağını, onların daha çok öne sürüleceğini bildirmeye de ehemmiyet vermiştir. Bir hadîs şöyle: "Ahirzaman'da öyle bir zümre zuhûr edecek ki, bunlar yaşça genç, akılca kıttırlar. Konuştukları zaman en hayırlı sözden (yani Kur'ân-ı Kerîm'den) bahsederler. Kur'ân-ı Kerîm'in kendilerine has olduğunu ve kendilerinin de Kur'ân üzere olduklarını zannederler."
Hadîsin Buhârî'de kaydedilen veçhi bu gençlerin samimiyet durumunu da açıklar:
"...Ancak imanları gırtlaklarından öte geçmez. Hedefi delip (hiçbir bulaşık almadan öbür tarafa) geçen ok gibi onlar da dine girip çıkarlar (üzerlerinde dinin hiçbir te'siri kalmaz)".
Şârihler bu zümrenin lafla inandıklarını söyleyeceklerini ancak, kalple inanmayacaklarını, zâhiren güzel sözler söyleseler bile, söyledikleriyle asla amel etmeyeceklerini belirtirler.
Bu münafıkların, İslâm âlemine karşı mücâdelede, Kur'ân-ı Kerîm'i kullanmalarının dine büyük zarar vereceğini belirten Hz. Ömer (radıyallahu anh), bu durumda "Hadislere sığınılmasını çünkü, ashâbu'l-hadîs'in Kur'ân-ı Kerîm'i daha iyi bildiklerini" ifâde eder.

Düzenleyen : Ömer Faruk Ayyıldız (site admini)

0 yorum: